Alışmayacağız

Cizre’de, Sur’da insanları canlı canlı yakarak öldürdüler. Milliyetçisi, ulusalcısı, Türk-İslamcısı, içine Kürt nefreti doldurulmuş bütün kesimler, içlerindeki milli neşeyi dışarı taşırıyor, yırtınırcasına alkışlıyor, “vatan, millet, bayrak” korosu eşliğinde bu iktidarın arkasına dizilip, bir halka reva görülen zulmü meşrulaştırmak için, gözlerimizi “terör” propagandasıyla oyuyorlardı.
Ankara Gar katliamında, “Ankara merkez, patlıyor herkez” diyerek keyif kervanı düzenlere, stadyumlarda ıslıklarla katliamı alkışlayanlara yaptığımız tanıklık, Cizre’de, Sur’da yaşananların ve yaşanacakların, yaşatılacakların ön alıştırmasıydı. Her katliam, bir sonrakinin habercisiydi. Her onay, bir sonraki vahşetin kendisiydi.
Ülkenin bir ucunda olup biteni, “temizlik” olarak addedenlerin, manşetlerini, kalemlerini, söylemlerini mevziye sürenlerin, ölümlerimizin üstünde tepinip “oh olsun” çekenlerin çoğaltıldığı, insanlıktan uzaklaştırıldığı, vicdanların içinin boşaltıldığı, “Allah, peygamber, vatan” ilişikliği ile birer vahşet aklayıcısı haline getirildiği bir ülkede, el feneriyle arıyoruz artık insanlığı, insanlığımızı…
Acılarımızı, başkalarının acılarıyla boğdurup, bir başkasının acısına lanet ettirip çekiliyorlar aradan. Biz birbirimizi boğazlayalım ve asıl mesele olanı hiç konuşmayalım diye, paramparça edilmiş bedenlerimizi bir yem gibi atıyorlar meydanlara, evlere, bodrumlara, nehirlere… Yaşananların nedenlerini onlarda bulmadığımız, sormadığımız, aramadığımız sürece iktidarlar çünkü.
Bizi kendileri gibi alçaklaştırdıkça, ortak ediyorlar tüm vahşetlerine. Çünkü bütün alçaklar, başkalarını alçaklaştırmayı başardıkça, onu çoğalttıkça payelenir, nemalanır hırsızlıktan, yolsuzluktan, talandan… Bakın nasıl da hiç durmadan çalıyor, çırpıyor, katlediyor ve yine çalıyor, yine çırpıyorlar…
Kendi servetlerini, çoluk çocuklarını koruma altına alanlar, ölün, öldürün dizeleri ile savaş çığırtkanlığı yapıyorlar. Vatan meselesiymiş!
Ölümler, katliamlar, paramparça olmuş insan bedenleri artık hepimizin kapısına, sokağına, meydanına düşüyor.
“Alışın” diyorlar,
“Hain odaklar” diyorlar,
“Terör” diyorlar ve mutlaka hepsinin önüne, sonuna “din, millet, vatan, bayrak” ekleyerek çıkıyorlar karşımıza. Köşelerini, manşetlerini, haberlerini iktidara hibe edenler, ceplerini puştlukları oranında dolduruyorlar ama tabi vatan meselesi! Sonra, görüyorsunuz işte, “kırkbir kere maşallah” diyerek tükürüklüyorlar birbirlerinin yüzlerini ve şükürler arasında tokuşturuyorlar kafalarını…
Meydanlarda parçalanmış, bodrumlarda yanmış insan bedenleri, ağıtlar, çığlıklar, acılar birbirinin üstüne yığıla yığıla, balya balya büyüyor. Birbirine dokunmayan her acı, birbirine dokunmayan her ölüm, birbirine dokunmayan her vicdan, bir sonraki acının, acıların kendisi oluyor.
“Ankara merkez, patlıyor herkez” diyerek sevinçlerini paylaşanlar, Cizre’de, Sur’da “Türk’ün gücünü göreceksiniz” vahşetleriyle çıktılar karşımıza. Onları biz, 78 Maraş katliamından, Sivas Madımak katliamından ve nicelerinden tanıyorduk aslında. Yabancı değil, her seferinde “ben devlet” diye tanıtırıyor kendini bize.
Bu savaş, iktidarın savaşıdır. Bu savaş, kendi iktidarları, zenginlikleri, hırsızlıkları, yağma ve talanları sürsün, kendilerinden sonrakiler de sürdürsün diye ortaklaştırılmış bir savaştır. Savaşın ortağı olanların hemen hepsi, bu çarkın dönmesi için vazife edinenlerdir.
Kan akıyor bütün ülke. Akan kan bizim. Bodrumlarda yakılan da, uzuvları bir nehirde toplanan da, bombalarla paramparça edilen de biziz. Biz, yani halk…
Sivilleri öldüren her eylem, her saldırı, her şiddet, halk düşmanlığıdır, insanlık suçudur. Adını doğru koymadığınız her şey, yaşanacak başka acıların da bahanesidir. Vahşetleri ve katliamları meşrulaştıran her anlayış bu suçun ortağı olur ve buradan hiç kimseye bir insanlık, bir gelecek düşmez, düşmeyecek.
“Barış” diyenlerin linç edildiği, “savaş” diyenlerin el üstünde tutulduğu, en adi ve pespaye yöntemlerle ırkçılığın, şovenizmin ve ilkel milliyetçiliğin hayatımıza sokulup vicdanlarımızın, aklımızın, bilincimizin içine edildiği bir ortamda, hiç birimiz temiz kalamayız. Biz kirlendikçe, kirletildikçe iktidarlar onlar.
Temiz kalabilmenin tek yoludur “Barış.”
“Savaş” diyerek, kendi ölülerimizi, yine kendi ölümlerimizi isteyerek meşrulaştırmaya çalışanlara itiraz ederek koruyabiliriz sadece geleceğimizi.
Başka bir yolu yok ayakta kalmanın, umut etmenin ve bir gelecek düşlemenin.
“İktidarınız, savaşınız batsın” diyen o sesi çoğaltıp, yukarıdan aşağıya çürümüş olanı alaşağı edecek ve hayatı “barış” üzerine kuracak bir yol çizemez, onun için mücadele edemezsek, birbirimizden nefret etmemizi, birbirimizi parçalamamızı, birbirimizin acıları ile yine birbirimizi boğazlamamızı seyredip, sürdürecekler devlet sefalarını.
Yeter artık…