Bizi Nasıl Öldürüyorlar?

Ölümlü günlerin pençesindeyiz. Sevdiklerimiz, yaşamlarımız, duygularımız, düşüncelerimiz, insandan yana olan neyimiz varsa kıyıma uğruyor.
Bizi, bizleri, “biz” olmamızı yok etmeden de asla durmayacaklar.
Bütün güç ellerinde, bütün silahlar ve en çok da insafsızlık, ama tüm bunlara sahip olmak, onu sonsuz kullanmak, bulduğu her itirazı, her özgürlüğü, her sesi paramparça etmek kesmiyor hırslarını. Ne kadar öldürür, ne kadar baskı altına alırlarsa alsınlar, asla kâfi gelmeyecek…
Her şeye ama her şeye rağmen, bir yerlerde direnen, hayatı, yaşamı ve özgürlüğünü savunanlar çıkıyor, çıkacak.
Ne yapsalar olmuyor.
Aylardır vahşetlerini akıtıyorlar üzerlerimize. Aylardır, kuduz bir zalimlikle yakıp, yıkıyorlar köyleri, kasabaları, şehirleri.
İçinde yaşayan tüm canlılarla beraber yakılıp, yıkılıyor hayatlar. Külleri, külleri düşüyor üzerimize. İsimlerini dahi yan yana dizemediklerimizin, bedenleri alt alta, üst üste, birbirine karışmış yüzleri, uzuvları…
Birbirine sarılmış Aşk’ın, yoldaşlığın, kavganın, direnişin görüntüleri. Her evin, her bodrumun, her sokağın içinde, duruyorlar hala. Hafızalarımız, Kürt şehirlerinin Pompeii’leşen görüntülerini kaydediyor bilinçlerimize.
Anlayın ki, insanın yıkımı, insanın yakılışı benzemiyor yaşanan hiçbir şeye.
Neden mi? Çünkü üzerinize sinen yanık insan kokusu, asla çıkmaz bir daha… Nerede olursanız olun, mutlaka sindiği yerden uzanır, hatırlatır kendini…
Yanık insan eti kokuyor bütün ülke. Yanık kokuyoruz biz de. Her vahşete suskunlaşan, ayrışan, ayrıştıran vicdanımız, tasını tarağını toplayıp güce iltica ettiğinden beri ötekileriyiz birbirimizin.
Hiç anlamadık acının fani olmadığını. Yaşanan, yaşatılan ve yüzleşemeyen her toplumsal acının, birbirimizin katli olduğunu.
Bin dokuz yüz on beş, Dersim, 6-7 Eylül, Maraş, Sivas, Ankara, Cizre, Sur ve niceleri…
Soluduğunuz bu ülke havasının içinde onlar, yediğiniz yemeğin tadında, sarıldığınız çocuğunuzun teninde, annenizin, babanızın, kardeşinizin, arkadaşınızın, sevdiklerinizin gözlerinde…
Bu kadar gözyaşı, bu kadar kan, bu kadar acı, bir çocukluk vakti, birbirimizin kollarını ısırarak yaptığımız o saatlerimiz gibi acıtacak zamanlı zamansız içimizin tik taklarını…
Bugünün zulmü nereden musallat oldu hayatlarımıza?
Geçmişle bağı kurulmayan her sorunun aldatıcı, her cevabın ikiyüzlü olduğunu bilmekten yana bir sorunumuz yok. Aksine, günü kotaran bir araç haline dönüştürebilme yeteneğimizin, her şeyi bugüne yükleyip, geçmişin yükünden kurtulma keşfimizin içerisinde, kafa tutuyor-muş gibi yapmak işimize geliyor sadece ve orada birilerinin yaşamına, gözümüzün içine baka baka son veriyorlar.
Dememiz o ki;
Önüne “vatan, bayrak, millet” kavramları konulan her şeye, mutlaka bir yerinden tav olan yanımızda büyüyen iktidarı görmeden, onunla hesaplaşmadan, bir “yarın” kurmanın mümkün olmadığını anlayamayışımızda öldürüyorlar.
Adaleti, hukuku, eşitliği, özgürlüğü, barışı, önünüze atılan “vatan, bayrak” söylemi ile birlikte konuşmaya başladığımız anda, rahatça infaza girişiyorlar.
Evet, bizi öldürüyorlar, her gün isimler düşüyor önümüze ve en beteri alıştırdılar hepsine. Ölüm ne kadar çoğalır ve ortaya çıkan tepki ne kadar içe doğru çekilirse, o kadar umursamazlığa dönüşüyor. Bunu görüyor ve bizi orada öldürüyorlar.
Çocuklara tecavüz haberleri çığ gibi.
Orada olmuş, burada olmuş, yine olmuş, tekrar olmuş derken, “hep oluyor” algısında normalleştiriyorlar ve orada yine tecavüz ediyorlar çocuklara.
Sesimizi yükseltip, devamını getiremediğimiz her hamle, sonuç alamadığımız her karşı koyuş, sürekliliğini sağlayamadığımız her çıkış, her direniş sadece sokağı tüketmiyor, direnme dinamiklerimizi de yoruyor. Yorulduğumuzu görünce, orada öldürüyorlar.
İktidar, toplumsal muhalefete dönük her saldırıyı, sistemli hamlelerle yapıyor. Karşısında sistemli bir karşı koyuşun olmayışının avantajlarını, kendi lehine çevirmesi ise hiç zor olmuyor. Her yerde, her alanda yaşanılan hak ihlallerine yetişmeye ve karşı koymaya çalışan muhalefet, yüz parçaya böldüğü gücü ile zayıflıyor ve koşturmaktan tükeniyor. Tükendiği yerde yok ediyorlar bizi.
Sistemli saldırılara, bütünlüklü, sistemli bir karşı koyuşu örgütleyemeyişimizde, öldürmeye devam edecekler hepimizi.
Tüm demokrasi güçleri, ortak talepler ve ilkeler etrafında ortaklaşıp, sistemli ve kolektif bir karşı koyuşu, programlı ve sonuç alıcı bir hale getirmedikleri sürece, bizleri öldürmeye, nefes aldığımız her alanı boğmaya devam edecekler.
Öğrencisinden akademisyenine, gazetecisinden sanatçısına, Kürtlerin demokratik taleplerinden laikliğe, bölgesel gelişmelerden geliştirilen savaş konseptine, kadın cinayetlerinden doğa talanına, çocuk tecavüzlerinden hapishanelere kadar, aklınıza gelebilecek her mücadele alanını, ortak bir karşı güç stratejisini oturtmayan bir yaklaşım, hepimizi iktidar vahşetinin önüne atacak yine.
Ya bu iktidarı hep beraber durduracağız, ya da hepimizi öldürecekler.