El ayak çekildiğinde

El ayak çekildiğinde

Bazen tek bir sözdür hayat, kimseye hesap vermediğiniz. Uzaklara umutlanmaktır bazen yakın olmak. Alnını karışladığınız cümlelerden, bir hayal kurmaktır bazen iyilik ve dahi sımsıkı taşıyacağınız anılar biriktirmektir.
Öyledir işte,
Neye sarılamıyorsanız, sizden gidendir.
Öyledir işte,
Ömür dediğimiz, bazen bir şarkı, bir şiir ama en çok da eyvallahsızlıktır. Yoksa tadı mı olur şarkının, şiirin, şairin…
Birini sevmenin, el ele tutuşmanın, bir gözde utanmanın, birbirine sokulmanın, tutuşmanın…
Her şey gelip geçmiyor. Topluyoruz arasından hissettiklerimizi. Böyle birikiyor insanlık, vicdan. Hissetmeyen biriktiremez çünkü.
Hiçbir şey biriktiremeyenler katiliniz olur. Bir diğeri mezarınızı kazar, bir diğeri gözetler ortalığı, bir diğeri yuvarlar bedeninizi çukura ve sonra tükürüp avuçlarına sarılırlar küreğin sapına.
Boynunuzu eğmediğiniz yerde ağırlaşır hayat, tutunduğunuz her şey acıya dönüşür ve anlarsınız ki acı, boynunuzu eğmediğiniz o yerde çoktan seçmiştir sizi.
Tek başınıza türkülerin arasından yürürsünüz. Sıcak notalar çarpar yüzünüze. Son nefesini verirmiş gibi bir ah çekersiniz derinlerden. Kolay değildir ölmek, her defasında kıyısında bir dala tutunursunuz. O dal bir ele dönüşür, rüya sandığınız ve mutlaka hatırlamanız gerektiğine dair yaptığınız tekrarlara rağmen hatırlamasanız da, mutlu uyanırsınız. Yaşadığınızı hatırlatan ne varsa daha çok seversiniz. Ondan uzaklaştıran ne varsa, daha çok uzaklaşırsınız ve yakınlaştığınız yerde çoğalırsınız. Boynunuzda salıncaklar kurarsınız çocuklara, toplaşan bütün çocuk cıvıltıları arasında bulursunuz kaybettiğiniz umutlarınızı.
Anlarsınız ki umut kaybedilen bir şey değildir. Nerede kuruyorsanız hayallerinizi, nerede bölüşüyorsanız ekmeğinizi, nerede sarıyorsanız yaralarınızı, nerede sıkıyorsanız yumruğunuzu oradadır.
Bazen açlığa yatan bir bedenin nefesinde bulursunuz onu, bazen zindandan yükselen bir seste, bazen bir kadın isyanında, bazen işkence tezgâhında direnirken ve en çok çocuğunun akıbetine mevsimler, yıllar deviren annelerin inadında.
Kim kaybedebilir ki bir annenin umudunu, kimin gücü yeter buna?
Bir hakikat dolaşıyor sokaklarda. Sokaklar sessiz, sokaklar ürkek, sokaklar kupkuru kalabalık.
Yürüyor hiç durmadan insanlar.
El ayak çekildiğinde, rüzgârın uçurduğu el ilanları çarpıyor bir duvardan bir duvara ve yazıyor üzerinde “kaybedenler kaybedecek”
El ayak çekildiğinde, kalıyoruz biz bize. “BİZ” büyüktür ama kalabalıklardan, çünkü inat taşır içinde. Sayılar değil, vicdanlar buluşur birbiriyle.
El ayak çekildiğinde, bizimkiler dolaşır sokaklarda. Berkin gelir, Ali İsmail çıkar bir sokaktan, Kemal Newroz’a koşar, Ethem, Ceylan, Rozerin, Berfin, Uğur ve Nuh’un kartoplarında şenlenir ortalık.
Sokak müzisyenleri alır yerlerini, sokak köpekleri toplaşır, mızıkalar, kemanlar, gitarlar ve hayat dalından koparılan kadınlar kol kola dansa tutuşurlar.
İşte böyle, sözleşmiş bir hiçbir randevu kalmaz, insanım diyenin Araf’ında.
Mutlaka çalar kapınızı geleceğin anıları.
Ensemize üşüşen pusular elbet bozulur.
Canımıza bilenmiş kötülük mutlaka kendi tuzağına düşer.
Elbet biliyoruz, başkasının sırtına “acı” yükleyenler, yüzlerinde maske ile gezenlerdir. Kırılan kemiklerimiz ve kanayan yüzlerimizin arasından süzülen o bir damla yaş aldatmasın kimseyi. O bir damla, yaşadıklarımızdan, yaşatılanlardan değil, acıyı paylaşmanın başka yolunu bilmeyişimizdendir.
“Unutursak kalbimiz kurusun” diyen seslere doğru yürüyoruz şimdi.
Yitirdiklerimizden kalabalığız, çok kalabalık.
İnsan, sevdiklerinin anısını taşımaktan güçlüdür ve bu yüzden asla yalnız değildir.
Öyledir işte,
Umut dediğimiz şey, bazen bir şarkı, bir şiir ama en çok da eyvallahsızlıktır.