Ellerimiz titremesin

Ellerimiz titremesin

Defalarca kırıldı içimiz. Etrafımızdan uzaklaşanlar da oldu, selamı, sabahı kesenler de… Telefonlara çıkmayanlar da oldu, “şimdi yan yana gözükmeyelim, başımıza dert gelmesin” diyenler de.
İnsanın içine korku yerleşince, garip bir duyuya sahip oluyor işte. Ortalıktan yok olmanın, sessizliğe gömülüp ortamın durulmasını beklemenin ve “tehlikeliler listesi” çıkarıp, aynı ortamlarda bulunmamanın, gördüğü yerde yolunu değiştiren o güdülü refleksin gerçekten insanı orta yerinden çatlatan bir yanı var.
Anlamaya çalışıyorsunuz, anlamak için bahaneler üretiyorsunuz ve bir süre sonra bulduğunuz her bahanenin aslında korkuyu yayanların elini, dilini güçlendirdiğini fark ediyorsunuz ve acımak ile öfke arasında bir çizgide kaliveriyorsunuz.
Herkes bir başkasının korkusuna tutuldukça, ateş çemberi büyüyor. Kımıltısız kalınırsa, yanmayacağına inanmaktan kal geliyor bedene.
Korkuya tutunanlar, buldukları bahanelerde nefret döküyorlar elbette üzerinize. “Aslında o da korkuyor” diyerek bir başkasının kulağına korku kaçıranlar, fısıldayarak konuştuklarını fark etmeyecek kadar içine sindirdikleri hayatın kalbine sıkıyorlar kurşunu ve ölü taklidi yaparak yaşamak böyle başlıyor belki de.
Herkes ölü taklidi yapsa, ne kadar da huzurlu olacak her şey!
Herkes sussa ve bahaneleriyle birbirini ağırlasa, ne kadar da sakin kalacak hayat!
Bunu ne kadar çok istiyorlar lakin yok böyle bir dünya, böyle bir hayat.
Eninde, sonunda eli, dili titremeyen birileri çıkıyor ve “Kral çıplak” diyen bağırtısı, korkunun tüm büyüsünü bozuyor.
O vakit,
Ellerin parmaklarını kırıyorlar, dilleri kesiyorlar, baskınlar, cinayetler tertipleyip, bombalar patlatıyorlar.
Hepimiz susalım diye,
Hepimiz pısırık bir hayata çekilip, karanlıkta birbirimizi görmeden, duymadan, hissetmeden yaşayalım diye.
Hakikati taşımak zor ve bedeli bir o kadar ağır ama onu taşıyanların sayesinde ölü taklidi yapmadan yaşayabiliyoruz işte.
Borçluyuz ona, hem de çok fazla.
Birbirimize dokunacak gücü buluyoruz hala örneğin, birbirimize sarılacak cesareti, dostluğu, arkadaşlığı, aşkı ve en önemlisi yarının hikâyesini yazmanın, yazabilmenin gücünü
Geriye bırakacağımız en kıymetli şey bu.
Yalanın, riyanın, yağmanın, talanın karşısında eli titremeden birileri çıkıyor ve üstlerine salınan kötülüğü en önde karşılıyorlarsa, bilin ki her şeyi başarabiliriz.
İşte asıl kırmaya çalıştıkları şey bu. Bu duyguyu parçalamak yani…
“Tamam, her şeyi hallettik” dedikleri anda, yeniden duyuluyor “Kral çıplak, Kral çıplak” diyen ses. Bilin ki o ses BİZ’den uzakta değil; tam içimizde, bize ait.
Bu yüzden ne kadar kazanırlarsa kazansınlar, asla güvende hissetmiyorlar kendilerini.
Nerede arayacağımızı bilirsek, bulacağız yeniden birbirimizi.
Şimdi tam bu noktadayız.
Birbirimizi yeniden bulma şansımız var ve daha ötesi bu hepimizin ortak hikâyesi olabilmeli.
Birlikte başarmanın, ortaklaşmanın ve göğsümüzün tam üstüne oturmuş o kötülüğe, hayatımızın her anını zindana çevirmiş bu ceberut illete, hoyratlığa, nobranlığa karşı sözümüzü hep birlikte söyleyebilmenin gücü ile, yarına dair daha berrak cümleler kurabileceğiz.
Bizlere, ülkeye, toprağa, doğaya, insana yaşattıkları hiçbir acıyı unutmadığımızı, unutturmayacağımızı göstermenin gücüne sahibiz.
Taybet Ana’yı hep beraber kaldıramazsak vurulduğu yerden, yaşayamayız.
Ali İsmail’in akranları aramızda gülen yüzleriyle dolaşamazlarsa, yeniliriz.
Berkin, Ceylan, Kemal ve isimleri “ötekileştirilmiş” yüzlerce çocuğun, ellerinden alınan yaşamlarını, başka çocukların ömrüne ekleyemezsek, mutlu olamayız.
Bu yüzden, elimiz bahanelerle titremesin, dilimiz sözünü sakınmasın ki, hayatı ağız dolusu savunabilelim.
Bir yarınımız olacaksa, o yarın 31 Mart’ta kendini hissettirecek ve eğer o hissi birbirimize taşıyabilirsek, hiç birimiz fısıltıyla konuşmak zorunda kalmayacağız.
Hiçbirimiz korkularımızı bir başkasına yıkmayacak, “aman yana yana görünmeyelim” kaygıları taşımayacağız.
Ölü taklidi yaparak yaşamak zorunda kalmayacak kimse.
Bu korkunun ayıbı, taşımaya mecbur bırakılana değil, onu insanın içine yükleyenlere aittir çünkü.
Birbirimizin yüzüne bakabilmemizi sağlayacak tek şey, yarın için hep beraber “kral çıplak” diyebilmemizdir.