“Göçmenler hoş gelmediniz” ve Brexit

“Göçmenler hoş gelmediniz” ve Brexit

Göçmenlere dönük ırkçı saldırıların açığa çıkartacağı öfke patlamaları da çok uzaklarda görünmüyor. AB krizi derinleştikçe, halk kandırıldığını ve oyalandığını düşünmeye başlayınca, elbette ki bunun bir bedeli olacak ve bu sefer öfkeyi yönetmek kolay olmayacak

İngiltere’nin, AB’den ayrılmaya dönük gerçekleştirdiği referandumun hemen ardından, ülke genelinde ırkçı saldırıların ve nefret söylemlerinin hızla arttığına dair haberler gündeme düşmeye başladı.

Bu saldırılar, uzunca zamandır alttan alta büyütülen ve “her kötülüğün müsebbibi” olarak göçmenleri işaretleyen sağcı popülist politikaların bir sonucu olarak, referandum ile kendini gün yüzüne çıkardı.

Gün yüzüne çıkan şeyin, buz dağının sadece görünen kısmı olduğunu ve önümüzdeki dönemde, referandumla büyük bir moral güç kazanan ırkçıların ve onların çeperini genişleten sağcı politikaların, günlük hayat içinde kendilerini daha çok hissettirecekleri bir döneme girildiğini söylemek de mümkün.

Kampanyanın, “evet” ve “hayır” savunucularının ve onların öne çıkan sözcülerinin, göçmenleri bir “tehdit” olarak kampanyalarında farklı argümanlarla savunmaları, yükselen sağcılığın ve göçmen nefretinin ana damarlarını daha da belirginleştirdi. Gerçeği dile getiren bir avuç insanın sesi ise hiç duyulmadı.

Türkiye’nin, AB’ye sittinsene giremeyeceğinin garantisini verme telaşına giren ve “AB’de kalalım” kampanyası yürüten Cameron’un (aynı zamanda bu referandumun mucidi), kamuoyuna “Merak etmeyin Türkler AB’ye giremeyecek” temalı söylemleri ile AB’den çıkalım diyenlerin “Milyonlarca Türk göçmen gelecek” söylemleriyle yaydıkları korku, gerçeği perdelemenin en kolay yolu olarak kullanıma sokuldu.

Suriyeli göçmenler kapılara dayanmıştı, kapılar açılsa bütün ülkeyi ele geçireceklerdi. Polonyalılar, Romanyalılar, Bulgarlar ellerindeki işleri alıyorlardı. Almakla da yetinmiyor bütün yardımlardan faydalanarak, aslında kendilerinin alması gereken sosyal yardımları tüketiyorlardı!

Televizyon programları mülteci akınlarını konuşuyor, sadece sosyal yardımlarla geçinenlerin hayatlarını televizyon gösterisine dönüştürerek, çalışıp vergisini ödeyenlerin sırtına yapışmış keneler olarak lanse ediliyordu. “Biz çalışıp vergi veriyoruz, onlar da oturup yiyor” diyenlerin sesi, kendisini en güvenli bulduğu alanlarda ortalığa daha çok taşıyor artık.

Göçmenin, diğer göçmenleri kendisi için “tehdit” olarak görmesi ise sağcı propaganda bombardımanının, ne kadar etkin olduğunu da göstergesi olarak, günlük yaşamın içinde karşımıza çıktı, çıkıyor.

Önce gelenlerin, sonradan gelenleri “yabancı” olarak tanımlaması ve “ ev için başvuru yapıyoruz ama artık ev yok. Çünkü evleri dışarıdan gelenler doldurdu” cümlesi ile “göçmenler yüzünden yardımlar kesiliyor” diyen ve aslen tabanını “lümpen proletarya”dan karşılayan ırkçı parti UKİP çevresinin söylemlerinin birbiri ile buluşması, bir paradoks olarak karşımızda duruyor.

Göçmenin her alanda yine göçmenle muhatap olup, elde edemediği ya da işini halledemediği her şeyin sebebi olarak kendisi gibi olana kızıp, tüm öfkesini ona akıtması ve her durumda karşısında hiç görmediği “beyaz” olanı yüceltmesindeki çizgi, tarihsel anlamda İngiliz politikasının nasıl hayata geçirildiğine de uygun bir örnek.

Göçmenin, bir paratoner olarak nasıl kullanıldığını gördük referandumda. Birikmiş öfkeyi, onlara doğru akıtarak, sistemin topraklamasını sağlayanlar, bunu başarıyla yaptılar.

Sistem ve işleyiş sorgulanmadığı, ortaya çıkan öfke kendisine yönelmediği, sistemi tehdit etmediği sürece, “öteki”nin “öteki”nden nefret etmesi her zaman için “anlayış” görmeye devam edecek.

Kimi zaman, “vandallara” karşı “eli sopalı Türkler” olarak diğerlerine örnek gösterilecek, kimi zaman ise arabasında bulunan sopadan dolayı hem ceza alacak, hem de “tehlikeli” olarak haber kanallarını süsleyecektir.

Sosyal yardım kurumlarında muhatap olduğu göçmen memura, pasaport kuyruğunda onu karşılayan içişleri bakanlığının göçmen memuruna, arabasına ceza kesen göçmen park görevlisine, kızacak, bağıracak ama her zaman “Bir İngiliz olsa bunu yapmazdı” diyerek, hiç muhatabı olmadığını yüceltecektir.

“Türkiye, AB’ye girecek 3 milyon göçmen gelecek” üzerine kurulu korku politikası, o kadar usta şekilde kullanıma sokuldu ki çok değil 2011 yılında, polisin bir siyahı öldürmesiyle başlayan Londra isyanı ,“vandallar” ve vandallara karşı sopalarla dükkanları, caddelerini koruyan “eli sopalı Türkler” övgüsüne layık görülenler ve bundan büyük bir gurur çıkaranlar, şimdi büyük bir korku ve tehdit olarak iç politika oyununa dahil ediliverdiler.

Suriyeli göçmenlerin, Avrupa’ya doğru akışını “Refugees Not Welcome. We are Full” (Göçmenler hoş gelmediniz. Biz doluyuz.) pankartlarıyla, bugünün referandumuna start veren ırkçılar, referandum süresince, göçmenler üzerinden kampanya yürüten bütün sağcıları “çıkış” da buluşturarak, zaferlerini ilan etmekte vakit kaybetmediler.

Hiç kimse, göçmen tehdidi üzerinden kampanyasını örgütleyen her iki kesime de, Irak’a, Afganistan’a ve Suriye’ye “demokrasi götürüyoruz” diyerek müdahale ediyorsunuz, peki neden bu insanlar götürdüğünüz demokrasiden kaçıyor sorusunu, elbette sormadı. Biz sormuş olalım.

AB’den çıkma referandumunun sonuçları, kapitalizmin krizinden bağımsız değil.

2008 yılı, kapitalizmin küresel krizinin, ABD’den tüm dünyaya yayılmasıyla ilk büyük dalgasını yarattı. Ardından tüm Avrupa’yı ve 3. Dünya ülkelerini vurdu.

2009 yılı “bankalar krizi” olarak anıldı İngiltere’de. Binlerce banka emekçisi kendisini kapı önünde bulurken, bankaları zarara uğratarak, krizin bütün yükünü halkın sırtına yükleyen CEO’lar, “başarısız olduk, halktan özür dileriz” diyerek, çekildiler kenara.

Biliyorsunuz “Sorry” her derde dava sihirli bir sözcüktür İngiltere’de. Evet, üzgündüler. Bunu da bildirdiler. Mesele halloldu!

Krizin faturası, bir parça daha sosyal kesintiler olarak döndü İngiliz emekçilerine. Onların “üzgün” olmalarının bedeli, sosyal yardımların ve hakların tırpanlamasıyla sonuçlandı. Kriz üstüne yeni krizler eklendi. Elbette ki göçmenleri tartışmak, kapitalizmin kendi iç krizini, sermayenin aç gözlülüğünü, nedenlerini, sonuçlarını emekçilerin sırtına yüklemesini tartışmaktan daha kolaydı.

Kapitalizmin ve neoliberal politikaların çıkmazlarını tüm dünya emekçilerinin sırtına yüklemek, savaş, yağma ve ucuz iş gücü pazarını genişleterek geçici çözümler bulmak ve kemer sıkma politikaları ile zengini daha zengin, yoksulu daha da yoksullaştırmak, kapitalizmin kendi krizine sunabileceği tek çözümdü. Bunu yaptılar.

Sus payı olarak kendi halkına sundukları sosyal yardımlara gözlerine dikmeleri gecikmedi. Elbette ki kesintilerin, işten çıkarmaların, ücretlerin düşürülmesinin ve AB’ye yeni girmiş ülkelerin ucuz işgücüne dayalı emeğini de iç piyasaya çekerek, maliyetleri azaltmanın yolunu hızlıca yaptılar. İşçinin işçiden, emekçinin emekçiden ve göçmenin göçmenden nefret etmesi, rekabeti kızıştırması ve sömürüden kaynaklı açığa çıkan öfkeyi sağcı politikalara yedekleyerek, kendi arka bahçeleri haline dönüştürmeleri hiç de zor olmadı.

AB’den çıkışın, kurtuluşu getireceğini düşünen ve İngiliz işçiliğinin yeniden değerli ve kazançlı olacağını iddia eden kesimlerin, ucuz işgücü ile kârına kâr katacak olan patronların neden bunu tercih edeceğine dair bir cevapları yok.

İngiltere, önümüzdeki süreçte sadece AB ile yürüteceği iki yıllık görüşmeler trafiği ile değil, aynı zamanda, bu bedeli ödemek istemeyen, AB’den çıkmaya “hayır” diyerek rengini belli eden İskoçya ile yeniden yüzleşecek.

Avrupa Birliği’nden ayrışılmasına destek isteyen ve bu desteği bulanlar, şimdi kendilerine bu desteği sunan halkın taleplerine nasıl cevap verecekleri sorusu ile karşı karşıyalar. Yardımlar, kesintiler, ulusal sağlık reformu, faturaların, ev kiralarının düşürülmesi, göçmenlere dönük radikal kararların hızla hayata geçirilmesi gibi, hiç de önemsenmeyecek sorunlarla nasıl baş edecekler?

Göçmenlere dönük ırkçı saldırıların açığa çıkartacağı öfke patlamaları da çok uzaklarda görünmüyor.

AB krizi derinleştikçe, halk kandırıldığını ve oyalandığını düşünmeye başlayınca, elbette ki bunun bir bedeli olacak ve bu sefer öfkeyi yönetmek kolay olmayacak.

Referandumdan çıkan kararı, İngiliz emekçilerinin AB emperyalizmine vurduğu bir darbe olarak okuyan ahmaklığın, sağın yükselişini, ırkçılığın hızla kendine alan bulmasını, göçmen nefreti üzerinden kapitalizmin sistem krizini perdelemesini göremeyecek kadar gerçeklikten uzaklaşmaları ise Avrupa’ da hızla gerileyen solun durumundan bağımsız olmasa gerek.

Yanı başında direnenleri selamlamayanların selamını, İngiltere işçi sınıfı ne yapsın, değil mi?