“HAYIR” derken

İktidarın ördüğü korku duvarını aşarak, umut olacak bir ortak siyaset aklını, hayatın tüm alanlarına yaymanın dışında, her şeye hazırlıklı olmak ve tüm ülkenin başına örülen faşizme karşı cesaret duvarını örmek sorumluluğu kaçınılmaz olarak karşımızdadır
Her yönetememe krizi beraberinde baskıyı, şiddeti ve kaosu getirir. Bütün mesele bu krizin, halkların ve tüm devrimci, ilerici muhalefet güçlerinin çıkarlarından yana nasıl bir fırsata dönüştürüleceğidir.
Eğer bunu yapabilecek bir devrimci siyaset örgütlenemezse, yaşanacaklar karşısında apışıp kalmak, devlet içi çatışmalara yedeklenmek, peşinden sürüklenmek ve kitleleri de alternatifsizliğe mahkûm ederek, yeniden faşizmin söylem ve sloganlarına teslim etmek kaçınılmaz bir son olarak karşımıza çıkacaktır.
“Bu halktan adam olmaz” söyleminin 12 Eylül cuntasının hemen ardından ağızlara pelesenk oluşu, sadece ağır yenilgilere uğramış bir mücadelenin değil, aynı zamanda yenilginin meşrulaştırılmasına katkı sunan tavır alışların da bir sonucudur.
“Hele bir oturup konuşalım”
Siyasetin üzerinden devrimci olanı ayıklayanların, var olan tüm direnme, mücadele dinamiklerini, sürekli “hele bir oturun konuşalım” diyerek bitmez, tükenmez masa muhabbetlerine sıkıştıranların ve her devrimci çıkışı, “değişen dünya” vıcıklığında sistem içi kanallara akıtanların, “ağır abi” pozuyla, devrimci olanı değil, olmama halini yeniden kendi hanelerine yazanların başarıları aynı zamanda sistemin de tam kendisidir.
Düzen içi uyum hali, Türkiye devrimci siyasetinin de çıkmazını beraberinde örgütlemiştir maalesef. Temiz ve masum olanların “bir şey olacak” saflığında geçirdikleri bekleme hali, eski olanın tüm hastalıklarını ve bitmez tükenmez nostaljilerini yeni olana akıtmasını da beraberinde getirmiştir. Yarını örgütleme kaygısı ve iddiası olmayanlar hep geçmişte buluşur çünkü.
Devrim iddiasını, devletin çizdiği sınırlar içinde tutarak başını okşatan ve varlığını kendisine açılan o sınırlar içinde yeniden var edenler, sisteme olan borçlarını toplumsal mücadelenin sıçramalar yaşadığı, önemli fırsatlar yarattığı dönemlerde aldıkları tavırlarla “bas geri” ödemesi ile yaparlar.
Korku, umut, cesaret…
Bu satırların, bugün dile gelmesindeki en önemli sebeplerinden biri, artık bir dönüm noktasında oluşumuzdur. Büyük kaotik bir dönemin içindeyiz ve sistem çöküşünü faşizm mutabakatıyla kotarmaya çalışmaktadır.
İktidarın ördüğü korku duvarını aşarak, umut olacak bir ortak siyaset aklını, hayatın tüm alanlarına yaymanın dışında, her şeye hazırlıklı olmak ve tüm ülkenin başına örülen faşizme karşı cesaret duvarını örmek sorumluluğu kaçınılmaz olarak karşımızdadır.
Yokluk, yoksulluk, işsizlik, açlık, baskı ve şiddet ortamı ucu açık olarak genişliyor.
Halkı, halkları birbirine kırdırarak, sürekli “terör” politikasını, milliyetçi, militarist hamlelerle kitlelere hazmettirme stratejisini silkeleyecek olan tek şeyin merkezi bir direniş hattı oluşturmaktan geçtiğini, dahası ortak bir koordinasyon ile bu hattın güçleneceğini yine tekrar etmek yanlış olmayacaktır.
İradeyi sandıklara taşıyabilmek
Türkiye devrimci güçlerinin bunu başarabilecek devasa bir mücadele tecrübesi var ve bütün mesele, bu tecrübeyi halkın çıkarlarından yana, hızla bir araya getirerek, örgütlü mücadele pratiğine aktarabilmektir. (Ülkenin batısında bunu tek başına yapabilecek bir gücü olmadığı gerçeği üzerinden bakarsak daha anlaşılır olur)
Sokaklara salınan lümpen, gerici güçlerin “hayır” diyenlerin üzerine çullanıp, “hayır” iradesini terörize etmelerini hem teşhir etmek, hem de meşruluk temelinde halkın can güvenliğini sağlamak ve iradeyi sandıklara taşıyabilmek, oluşturulacak merkezi direniş çizgisiyle sağlanabilir sadece. Birbirinden bağımsız geliştirilecek tavır alışların, öngörülemeyen sonuçları doğurabileceğini ve “hayır” iradesini sekteye uğratacak bir çizgiye çekebileceğini hesap etmek zorundayız.
İvmenin yükseldiği anlarda hızla içine kapanıp, “hele bir oturun konuşalım” diyerek, sokakları ve devrimci iradeyi, bulunduğu alana çekip orada etkisizleştirenlerin ve halkın değil kendi kaygılarını kollayanların, “aman ha” diye “Kürt siyasi hareketini” öne atarak “tehdit” sirenli cümleler kuranların, 7 Haziran öncesi Perinçekgillere kocaman geniş bir propaganda alanı armağan ettiğini kimse unutmamalıdır.
“Hayır” aynı zamanda bir ideolojik mücadele aracıdır
Popülizm ve laçkalık sınırında dolaşanların, sözlerini büyük bir değermiş gibi kitlelerin içine, önüne taşıyarak, büyük bedeller ödenerek yaratılmış deneyimleri ulusalcıların kanallarına akıtanların yarattığı kirlilik artık nereye dönsek karşımıza çıkıyor.
Bu pisliği ise devrim temizlemez. Çünkü devrime daha çok var.
“Hayır” kampanyaları sürecinde, 7 Haziran öncesi yaşadığımız deneyimleri göz önünde bulundurarak, bu kesimin yeniden zehrini kitlelerin içine akıtarak, milliyetçi şoven söylemlerini Kürt nefreti üzerinden, iktidarın değirmenine su taşımak için kullanmasına olanak sunulmamalıdır ve kullandıkları kişi ve kesimlere net, kalın bir çizgi çekmek olmazsa olmaz olarak görülmelidir.
Çünkü “HAYIR” aynı zamanda bir ideolojik mücadele aracıdır.
Yolun önüne yığılmış kiri temizleyecek olan, tam da bu mücadelenin kendisidir.