Hepimiz birbirimizin ötekisiyiz

Hepimiz birbirimizin ötekisiyiz

Akın Olgun son kitabı Kül Sesleri ile okurla buluştu. Kendi ifadesiyle, ‘ bilindik ama üzerinden hızla atlanan insan hikâyeleri’ni anlattığı Kül Sesleri üzerine Olgun ile söyleştik.

Bize kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz? Kimdir Akın Olgun?

İnsanın kendisine dair “kimdir” sorusu ile muhatap olması biraz garip geliyor. Aslına bakarsanız uzun bir özgeçmişi yoktur Akın Olgun’un. Yaşamına dair kaleme aldığı Adları Saklıdır ilk kitabıdır ve “Kimdir” sorusunun bir döneme ait cevapları o kitabın içindedir. Sonraki dönemi ise gazetecilik ama daha çok yazarlık yaparak geçirmeye çalışmış, hayatından alınan yedi yıllık boşluğu, ülkeye ve insana dair köşe yazılarıyla, kitaplarıyla doldurmaya çalışmıştır. Yaşadıklarını, çıkardığı sonuçları ve deneyimlerini, hayatın içine küçük notlar bırakarak da devam etmektedir.

Bir gazeteci olarak mesleğiniz yazdıklarınızı nasıl etkiliyor?

Öncelikle gazeteci kimliğim çok aktif değil. Bu işi hakkıyla yapan arkadaşlar var ve içini dolduruyorlar ama sanırım bir kere gazeteci olunca, o kimlik hep yanınızda oluyor. Ben daha çok, düşündüklerini, yaşananları, ülke, siyaset ve insana dair gelişmeleri yazarak kayda geçirmeye çalışan biri olarak görüyorum kendimi ve elbette bu kayda geçirme hali, kitaplarda da kendisini gösteriyor. Neyi dert ediniyorsanız, onunla hemhal oluyor, kafa yoruyor ve kendinizi onun içinde gezerken, dinlerken, konuşurken buluyorsunuz. Anlamaya, kavramaya çalışıyorsunuz ve sadece zihninizin değil, yüreğinizin üzerine oturan o ağırlığı kaldırmanın yolunu arıyorsunuz.

Yazmanın farkındalığı çok başka bir şey gerçekten. Bir şöhret budalası da yapabilir sizi, hakikati kaydeden ve dile getiren ve bunun sorumluluğunu taşıyan birisi de. Çünkü içinde egonun ve popülizmin en yüksek olduğu ve kendine büyük bir alan bulduğu yerlerden birisi burası. Gücü elinde tutan da genelde bu egoya yöneliyor ve onun kendisi için kullanışlı olmasını isteyerek, açık çek sunuyor. Bugün “Aa nasıl olur” diyerek hayretle karşıladığımız birçok şeyin ana nedenlerinden biridir bu. Kaygan zeminde ayakta durabilmek, güce değil, hakikate bağlı kalmakla mümkün. Yazarken, sesinizi çoğaltırken, çevrenizde öbeklenen her şeye bir mesafe koymak her zaman kolay olmuyor elbette ama bu da yazma mücadelesinin bir parçası işte.

Öykülerinizde bildik manzaraları görüyoruz. Örneğin mülteciler. Bu öyküler için ‘ötekilerin’ öyküleri diyebilir miyiz?

Evet, bilindik ama üzerinden hızla atlanan insan hikâyeleri. Ne kadar öteki ise, o kadar uzak geliyor hepimize. Uzaktan seyrettiğimiz ve birkaç saat sonra unutacak olmamızın rahatlığında kaybolan hayatlar birçoğu.

Onların gözünde biz, yaşanılanları ve yaşadıklarını balkonlarından kibirle seyredenleriz, bizlerin gözünde onlar, “aşağıda olanlar” ve “ne kadar çıkıntılık, musibet varsa hep onlarda” diyenleriz. Aslında hepimiz birbirimizin ötekisiyiz. Öyküler, birbirimizi ötekileştirme halimize ve içinde yaşadıklarımıza bir pencere açıyor. “içerisi görünüyor mu” diye telaşlanmıyor, görünsün ve bilinsin istiyor. Çünkü perdelerle pencerelerini sıkı sıkı kapatanların, başkası tarafından görünmesini istemediği ne varsa, o odaların içinde saklandığını biliyor. Aile içi şiddet bunlardan biri örneğin. Tiril tiril gezen, güzel konuşan ve titri olan insanların, perdelerle sıkı sıkıya kapattıkları pencerelerin kendilerine bakan kısmında neler yaşadığını, gizlediğini bilmek pek işimize gelmiyor. Bu yüzden “öteki” dediklerimizin hikâyesini konuşmak çok daha kolayımıza geliyor ama onların hikâyeleri “sıradan”, “kolay” değil. Çok çıplak ve çok yalın… Özetle öyküler, tüm bunları içinde barındıran, konuşan, seslendiren ve iç konuşmalarda yakalayan bir yol izliyor.

Yazdıklarınızda şunu gördüm; gördükleriniz hakkında kendi içinde konuşan, tartışan, kavga eden birisi. Bu doğru mu? İçinize sığdıramadıklarınız mıdır anlattıklarınız?

Böyle söylemek kitabı ve öyküleri çok kişiselleştirir kanımca. Gördüğünüz kavgalar hepimize ait ve evet tartışıyor, kavga ediyor, etmeli de zaten. Belki sormamız gereken bizim neden bunları konuşup, tartışmadığımızdır? Neden uzaktan seyrettiğimizdir? İçinden konuşmayan tartışmayan, kendisiyle ve bir başkasıyla kavga etmeyen insan var mıdır? İçimizde konuştuklarımızı bir başkası dışarıdan görebilseydi sanırım hayli kaotik bir durum çıkardı ortaya. Kül Sesleri, bu iç konuşmaları, her öyküde daha çok dışarı taşımayı ve çıplaklaştırmayı tercih etti bence.

Türkiye’de edebiyat ve siyaset birbirinden ayrılmaya başladı gibi geliyor bana. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bunun mümkün olmadığını düşünüyorum. Hayat politiktir ve edebiyatın bundan bağımsız-mış gibi yapması mümkün değil. Edebiyat, hangi dönemde yaşıyorsa, o dönemin sancılarını, tartışmalarını, yaşamını, kaosunu mutlaka içine almıştır. Bundan kaçabilmek mümkün değil diye düşünüyorum. Edebiyat, insanı, doğayı ve toplumu içinde yaşar, yaşatır, tartışır, sınırları zorlar. Bunlardan soyutlanmış bir edebiyat, muhtemelen bu üçüyle de hiç hemhal olmamayı gerektirir ki henüz böyle bir tür değiliz.

Karantina günlerini nasıl geçiriyorsunuz? Bu süreçte hangi kitapları okuyorsunuz?

Klasik bir cevap olacak ama daha çok ülke de olan bitenlere dair haber, makale vb okuyarak geçiriyorum. Kendimde arada gündeme dair yazmaya çalışıyorum ve şu an Gökçer Tahincioğlu’nun “Mühür” adlı kitabını okumak için küçük kütüphanemize elimi uzatıyorum.

Okurlarınıza bir mesajınız var mı?

Bu zorlu süreçte, karantina, tecrit adına ne dersek diyelim, birbirimizin arasında açılan mesafelerin yarattığı boşluğu, asla kötülüğün doldurmasına izin vermeyelim. Birbirimizi arayıp, sorup, paylaşıp, inceliğin hâkim olmasını sağlayalım.

Hakan Özbek