İktidar Mihraklı Bombalar

Amed’de, HDP mitinginin ortasında bomba patlatıldı. Üstünde yayın yasağı var.
Suruç’ta, Kobaneli çocuklar için yardım götüren gençlerin arasında intihar bombacısı kendini patlattı, üstünde yayın yasağı var.
Ankara’da barış mitinginin ortasında yine bir intihar bombacısı kendini patlattı. Katliamın boyutunu hala tam olarak bilmiyoruz. Üzerinde yayın yasağı var.
İstanbul Sultanahmet’de, turistlerin arasında başka bir intihar bombacısı ve katliam. Konuşamıyoruz, üzerinde yayın yasağı var.
En başa, bu saldırıların en başına, Reyhanlı’ya dönelim. Ne oldu? Altından kim, kimler çıktı? Biliyor muyuz? Hayır…
Gelelim bugüne.
Ankara’nın tam ortasında, devletin kalbinde yine bir intihar eylemi. Hep sivilleri, Kürt ve demokrasi güçlerini hedef alan intihar saldırıları, bu sefer devletin kendisine yöneldi. Diğerleri içeriyi dizayn etmek için kullanışlıydı, sonuncusu dışarıyı dizayn etmek için kullanışlı bir saldırı. Bu yüzden hedef askeri.
Üzerinde yine yayın yasağı var.
Derken, gecenin bir saatinde, Sözcü ve Aydınlık gazetelerine, 14 PYD’li militanın ülkeye misilleme eylemi yapmak için girdiğine dair MİT raporu servis edildi. Ardından, saldırganın parmak izinin bulunduğunu hızla okuduk. Kesmedi bu haber, eylemcinin kimliğini olay yerinde düşürmüş (!) olduğunu öğrendik. Havuz medyası değil de, güvenirliliği “muhalif” yandaşlık düzeyinde olan Sözcü ve Aydınlık üzerinden yapılması da pek bir havalıydı…
Anlıyoruz ki, devletin acelesi var.
Hükümetten hızla açıklamalar gelmeye başlar: “PYD-PKK ortaklığında yapıldı”, “Dostlarımız PYD/YPG’nin terör örgütü olduğunu anlamıştır artık.”
Devletin hazır kıta tuttuğu cihatçı çetelerin, ellerinde silahları, sırtlarında bombaları sınırdan Suriye’ye, PYD’ye karşı savaşmak için uygun adım sokulduğunu, merkez medyanın özel sunumuyla görürüz.
Sistemli bir okuma yapmadan, yaşananları bir sistem içerisinde okumadan olan bitenin karşılığını bulmak zor olacaktır. Algı yönetimi ve manipülasyonun kendine boşluk bulduğu yer burasıdır çünkü.
Suriye politikasının çöküşünü, “Ey Amerika!” diye seslenen cumhurbaşkanının çıkışında gördük. Rusya ile yaşanan krizde anladık. Türkiye’nin dış politikada yaşadığı hezimet, elbette ki bir devlet için yenilir, yutulur bir durum değil. Prestijini kaybetmiyor sadece, onunla bağlantılı iktidarını da kaybediyor çünkü.
PYD’nin varlığını ve uluslararası muhatap düzeyine çıkmasını, Suriye’deki temel sorun olarak lanse eden bir dış politika oyunu sergileniyor.
Evet, PYD’nin bölgede güçlenip, muhatap alınması elbette ki, Türkiye devleti için bir sorun! Lakin daha düne kadar bunu sorun etmeyen, evinde ağırlayan, onunla diyalog geliştiren, hatta birlikte “Eşme ruhu” olarak tarif edilen operasyona imza atmış bir iktidarın, birden bire ters yola girip, karşıdan gelen araçlarla çarpışmamak için sürekli direksiyon kırması, sağdan, soldan aldığı hasarlara ve çarpışmalara rağmen inatlaşmasının nedeni yalnız bu olamaz.
Asıl neden, Esad’ın kalıcı olması ve havanın ondan yana esmesidir. Esad’ın kalmasının, kendi iktidarının gidici olduğu anlamına geleceğini ve tüm faturanın kendisine kesilerek, ne olacağı belli olmayan bir sonla karışılacağını biliyor olmasıdır.
Tüm uluslararası dengelerin, buna göre yeniden şekilleneceğini ve yeni Ortadoğu denkleminde, Türkiye’ye değil, ama kendilerine artık bir ihtiyaç kalmayacağını biliyor oluşudur. Bu durumu perdelemenin yolu olarak, PYD’nin varlığını öne sürmek ve iktidarda kalış için pazarlık kozu yapmaktır.
Bir yandan Kürt düşmanlığı (tehdidi) üzerinden devlet içi güçleri bir arada tutmayı, diğer yandan da PYD pazarlığı üzerinden uluslararası güçleri, kendi iktidarının kalıcılığı için ortaklaştırmayı hedeflemektir.
Bu, aynı zamanda PYD’nin varlığına evet demenin yolunun, kendi iktidarının kalıcılığı için garanti verilmesiyle “mümkün” olacağına dair de bir hamledir.
Mültecileri, “akın” tehdidiyle yürüttüğü şantaj politikasıyla AB ile, bölgenin en önemli güçlerinden olan Rusya ile, Amerika’nın bölgeye dair tutumu ve konumlanışı ile, Suriye Kürtleri ve kendi içindeki Kürtlere dönük vahşi savaşı ile Ortadoğu denkleminde “ihtiyaç dışı” kalma korkusu, iktidarın bacasını sarmış durumda. İşte bu yüzden Esad’ın kalıcılaşmasına dair formülü, kendi iktidarının gidişi olarak algılamakta ve haksız da değil bunda.
Suriye’ye, PYD “tehdidi” müdahalesi, rejimin güçlenen pozisyonunu ve Esad’ın kalıcılığına dair oluşan uzlaşıyı baltalama atakları yaparken, içeriyi Kürt düşmanlığı ve “devletin bekası” algısı üzerinden yedeklemek, Suriye’ye yapılacak hamleyi “Kürt karşıtlığı” üzerinden toplumsal bir desteğe dönüştürmek, açık bir strateji olarak gösteriyor kendini. Ankara’da patlatılan bomba, bu stratejiye uygun bir kullanışlılık sağlıyor.
HDP’nin, Amed mitinginden bu yana, bombalı katliamların hiç birini üstüne alınmayan ve hatta “istifa edecek misiniz?” sorusuna sıratarak bakanlar, her katliamın ardından yayın yasağı getirenler, sadece HDP’yi ve Kürt hareketini suçlama konusunda hiç bir yasak tanımıyorlar.
Uluslararası güçleri, bu saldırı ile arkalarına dizebileceklerine inanmaları ise, bütün zeki geçinenlerin, başkalarını aptal sanmalarına ne kadar da çok benziyor.
Devletin acelesi var ama dış politikayı kendi iktidar telaşlarına göre kullananların, bunu daha ne kadar sürdürebileceklerini hep beraber göreceğiz.