Roboski’nin ardından gelen sesler

Roboski’nin ardından gelen sesler

Bombalar yağdı gökyüzünden çocukların üzerine. Bir anne, üşümesin diye çocuklarının ayaklarına giydirdiği kat kat çoraplarından tanıdı yavrusunu. Bir başkası, kopmuş elini öptü öptü ve koklayıp, bastırdı göğsüne. Gerçeği biliyor ama susuyordu medya

Yaşamak bu yangın yerinde
Her gün yeniden ölerek

diyen Ataol Behramoğlu’nun dizeleri arasında düştü aklıma Roboski’nin yoksul Kürt emekçileri.

Kelimeler, dizeler içimizden geçerken, yaşanmışlıkların sızısını bulup taşıyorlar kalbimize doğru. Kalbimizde biriken her sızı, sadece kendimize ait değil elbette, bir başkasının yarasıdır aynı zamanda. Bir başkasının sızını hissetmeyen, yarasına dokunamayan anlamlandıramaz insan olmanın sorumluluğunu çünkü.

“Yoksulun yüzü soğuk olur” diyen o ses hala çınlıyor kulağımda.

Neden? diye sormadım.

“Bir varmış, bir yokmuş” diye başlayan masalların içerisine gizlenen, masum avutmalarda uyuyan her yoksul çocuk bilir bunun anlamını. Üşürken üşümüyormuş gibi davranmak, açken tokmuş gibi yapmak, çileli ve çaresizken, ertesi günün iyi olacağını düşünmek ve dahası yamalanan her pantolon yırtığının, aslında yoksulluğun ayıbını kapatmak için de dikildiğini öğrenince insan, el yordamıyla anlıyor yoksulluğun bir kader değil, sonuç olduğunu.

Çıkardığınız sonuç, “insan kalarak yaşamak” ile sadece “yaşamak” arasında bir kavgadır aynı zamanda. Biri cesarete, diğeri ise korkuya dönüşür. Biri sorgulamaya, diğeri itaate sürükler.

Ve “İnsan kalarak yaşamak” sözünün dibinde oturup, yaslarsanız sırtınızı gerçeğe, tetik düşürürler kalbinize. Gerçeği aramaya başladığınızda, düzen-ekli bir bomba ile paramparça edilir fiziki varlığınız. İnsan kalarak yaşamayı seçerseniz, askıda kırarlar kollarınızı, manyetoyu daha hızlı çevirir işkenceci, elinizde kelepçe, sırtınızda cop, tekme izleriyle, dört duvar arasına sürüklenirsiniz.

Baktığınız her ağacın dalında bir masumiyet asılıdır, görmezsiniz. Önünden geçtiğiniz her sokakta onların cesetleri yatmaktadır, fark etmezsiniz. Kalabalıklaşan gölgelerin ortasından kulağınıza gelen o ses, insan kalarak yaşamayı seçen birinin son sözleridir lakin duymazsınız.

Bir arabaya zorla bindirilirken görüp, yüzünüzü çevirdiğiniz ve görmezden geldiğinizdir onlar. “Beni kaybetmek istiyorlar, ismim Müjgan” diyen bir kadını duyup, duymazdan gelip hızlı adımlarla uzaklaşırken, arkanızdan boğuk, yarım yamalak kulağınıza ulaşan uğultudur işte onlar. “Gezi’ye katılmış, orada ne işi varmış?” diye söylenenlerin önünden az önce geçen, gözü çıkarılmış olanlardan biridir. Linç edilen sanatçı, iradesi yok sayılan halk, cevapları tutuklanan aydın, haberi, yazısı tehdit sayılan gazeteci, dili “barış” diyen akademisyen, “işimi geri istiyorum” diyen öğretmen, “tek bir planımız var: Direnmek” diyen siyasetçi, hemen hepsi insan kalarak yaşamanın tek yolu olduğunu bilip, onun bedelini ödeyenlerdir. Bir yerlerde insanlar en ağır bedelleri ödüyorsa, görmediğimiz, duymadığımız, hissetmediğimiz, fark etmediğimiz içindir.

Bombalar yağdı gökyüzünden çocukların üzerine. Bir anne, üşümesin diye çocuklarının ayaklarına giydirdiği kat kat çoraplarından tanıdı yavrusunu. Bir başkası, kopmuş elini öptü öptü ve koklayıp, bastırdı göğsüne. Gerçeği biliyor ama susuyordu medya. “Çocuk deyip durmayın, kaçakçı onlar” dedi sonra bir ses. “Sınırda bir olay” dedi haber sunucusu, “bir talihsiz hata” oluverdi katledilenler. Adları terörle yan yana konuldu, saldırıya uğramış karakollardan, şehitlerden bahsedip, “terörü besleyen kaçakçılık” algısıyla “oh oldu” resmi geçidine dizildi “milli gurur”.

Yetmedi, ırkçı yazılarını milli pazara sürenlerin, katledilenleri katıra benzeten yazılarına “ama çok güzel yazıyor” diyenlerin alıcılığında, takıldı madalyası bir paşanın. Yüksek hassasiyetleri tebrik edildi yıpratılmak isten ordunun! Yüksek hassasiyetlerini, Kürdün katledilmesinden yüceltenler, “devletin bekası” çitlerini biraz daha genişletip, boğaz gerdanlarına bir halka daha eklediler.

Beş yıl geçti, “Zalimin elinde tutsak
Cahile kurban olarak.

Beş koca yıl geçti üzerinden Roboski’nin.

“Korkağı, döneği, suskunu” bir olup, üzerini kapatalı tam beş yıl oldu.

Keşke memlekete sahip çıkmayı, onlar katledilirken hatırlayıp, aynı refleksi gösterebilseydik. Acıda bu kadar ayrışmaz, öfkede bu kadar bölünmez, hesap sormada bu kadar yok edici olmazdık belki de.