Seçimle gideceklerini sanmak

İktidar düğüm üstüne düğüm atıyor her alanda. Atılan her düğüm, çözümleri imkânsız hale getiriyor. Sadece toplumsal muhalefetin elini kolunu zorla bağlamıyor, bir bütün olarak sistem içi tüm itirazları da ortadan kaldırıyor. Ses, kendini ifade edecek meşru alanları kaybettikçe sıkışıyor, boğuluyor ve hızla kendi içine doğru çöküyor. Ana Muhalefet, içine çöken bu sesleri dışarı taşımakta beceriksiz, siyaseti örgütlemekte atıl ve tüm olup bitene geliştirdiği “şikâyet etme” refleksiyle cevap vermekten öteye geçemiyor. Oysa sistemin kodları değişeli çok oldu, değiştiren ona uyumlu olarak hareket ediyor ve kendini örgütlüyor. Bu modelin alışılan sistemin dışında kendini var ettiğini görememek, görse bile ne yapacağını bilememek ve gözüne tutulan “devletin bekası” farı ile kalakalmak, toplumsal direnme dinamiklerini de etkisiz kılıyor. Her defasında biriken öfkeyi, biriktirilen umutları ortada bırakması, geniş bir yılgınlık, umutsuzluk ve kaçışı doğuruyor. “Bu iş bitti, boşuna uğraşıyoruz” duygusu bir sis gibi çöküyor tüm siyasi araziye.
HDP’nin siyaset sahnesinde etkisizleştirilmesine verilen destek, aynı zamanda kendi siyaset zeminlerinin de iktidara teslim edilmesini beraberinde getirdi. Aynı zemine kaydıkça benzeşen siyaset dili, faşizmi genel kabul içine doğru sürükledi ve sürüklemeye devam ediyor.
Ortada bir meclis yok artık. Görüntüden ibaret bile değil. Aksine, OHAL ve KHK’lerle Meclis ortadan kaldırıldı. Meclis artık bir –MIŞ- dan ibaret ve sadece iktidarın politikalarının onaylatıldığı bir araç olarak kullanılıyor. Muhalefet milletvekillerinin cezaevine doldurulduğu, haklarında yüzlerce yıllara varan cezalar istendiği, mahkûm edildiği ve yarın bir başkasının kapısının çalınacağının kuşkusuz hale getirildiği bir çatının altında siyasete mi, yoksa iktidar politikalarına mı “meşruluk” sağlanıyor sorusu ile yüzleşmeliyiz.
İktidara bağlı faşist örgütlenmeler “yasal” zemine taşınıyor ve korunma sağlanıyor. “Özel Güvenlik” adı altında kurumlaşan bir güç, silahla donatılmış durumda. Elinde silah, bıçak, balta ile sokağa çıkanlara “vur indir” yetkisi verilerek, hayatın bütün direnme alanlarına salınacak “ipi kopuk” milis güçleri devreye sokuluyor. Yani büyük bir hazırlık yapılıyor harıl harıl. ‘Ne için, kimin için ve neden?’ sorularının cevaplarını aşağı yukarı hepimiz tahmin edebiliyoruz.
Var olan durumun kaçınılmaz bir çatışmaya doğru sürüklendiği, devlet içi güçlerin bu çatışmaya göre hazırlandığı gerçeği önümüzde duruyor.
Gülen Cemaatinin devlet içinden bertaraf edilmesi ortaklığı tıkır tıkır işledi lakin bertaraf edilenlerin yerlerini kim dolduracak sorusunu da beraberinde getirdi? Kıyıdan köşeden ulusalcılara verilen yerlerin devamı gelmedi. Aksine başka tarikatlara kadroların açıldığı, omuzlarında valilerini taşıyıp koltuğa oturtanların gösterilerinde ortaya çıktı ki bu sadece buzdağının görünen kısmıydı. Faşizm ortaklığında buluştular ancak ne ulusalcılar iktidara, ne de iktidar, ulusalcılara güveniyor. Bütün pis işleri birlikte kotarsalar da, yaşanan her şeyin iktidarın üzerine kalacağını ve büyüyen öfkenin tek hedefinin iktidar olacağını bilen ulusalcılar için, sahaya sürülen faşist yasalar ve uygulamalar ellerini güçlendiriyor. İktidar açısından ise arkasına aldığı bu destek ve ortaya çıkan fırsatla mıntıka temizliği yapmak ve sittin sene yönetecekleri bir dikta rejimi inşa etmek tek dert. Ortaklıktan büyük bir çatışmaya evrilecek bir sürecin kaçınılmaz olarak yaşanacağı, devlete kimin hakim olacağı kavgasının belirleyicisinin ise sokağın tutumundan çıkacağını çok iyi biliyorlar. İşte bu yüzden “vur indir” yasası ile koruma altına aldıkları milis güçlerini tam teşekkül sağlıyorlar. Olası müdahalelerin (darbe, ayaklanma vb gibi) karşısına “iç savaş” tehdidi ile çıkmakla kalmıyor, bunu göze aldıklarını da gösteriyorlar.
İktidarın seçimle gideceğini sanmak ve buna göre konumlanma saflığı ise en hazırlıksız olanlarımızı açığa çıkarıyor.
“Yarın seçim olacakmış gibi hazırlanalım” diyenlere söylenmesi gereken “hayır yarın seçim olmayacakmış gibi hazırlanalım” olmalı. OHAL ve KHK’lerle kendini donatmış bir iktidarın, seçimi kaybedeceğini ve gideceğini sanmak, boynunuzu gönüllü olarak celladın önüne uzatmaktan farksızdır.
Başkanlık referandumunda yaşananlar ortadayken, neye güvenerek “yarın seçim olacakmış gibi hazırlanalım” deniliyor? “ Dışarıdan silah sesleri geliyordu, bir kaos ve can kaybı olmasın istedik” diyerek, YSK’nın açıkladığı sonuçlar için “sonuçlara saygılıyız” açıklaması yaparak onaylayanlar, iktidarın iç savaş tehdidi kozunu kullanışlı hale getirmesinin önünü açtılar aynı zamanda. “Sonuçlara saygılıyız” naifliği, iktidar bilincinden ve cesaretinden uzak bir tavır olmasının dışında ayrıca var olan duruma dair bir memnuniyet ifadesiydi.
İktidarı elinde tutanlar asla seçimle gitmeyecekler. Çünkü artık gitmek, geride biriken tüm suçların gelip boğazına, yakasına yapışacağını bilmektir. Sadece kendisinin değil, tüm aile fertlerinin, beslediği iş adamlarının, oluşturduğu devasa suç kurumlarının hemen hepsinin bir hesaplaşma ile yüz yüze kalacağı gerçeği kaçınılmaz olarak duruyor iktidarın karşısında. Devlet içi bir uzlaşı ile “dokunulmazlık” anlaşmasına da varabilir elbette ama devletin ne olduğunu, nasıl çalıştığını 15 yıl içerisinde deneyimlemiş olanlar, “dokunulmazlık” denen şeyin bir günlük mesele olduğunu bilecek kadar KHK çıkardılar.
Ulusalcıların “Avrasyacılık” politikasının ve iktidara bu politika etrafında “yürü” gazı verenlerin Avrasyacılığı tamamen politik hamlelerden ibaret. Amerika’ya, NATO’ya yeniden esas oğlan olma, muhatap alınma yani eski aşk ilişkilerine dönme mecburiyetini, Rusya’ya meyil etme kozu ile dayatıyor. 15 Temmuz darbe ortaklığının ortada bırakılması ve Cemaat’in ordudan ve devletin tüm kurumlarından tasfiyesinin sağlanmasıyla, karikatürize edersek “bizi bunlara harcatmıştınız, hesaplaştık” diyerek, yeniden eski ilişkilerinin kapılarını açmaya zorluyorlar. Peki iktidar bunu bilmiyor mu? Elbette ki biliyor ve hazırlığını yapıyor. Herkes kendi kazananını alkışlatacak bir taban, bir güç ve algıya oynuyor.
Tüm bu koşullarda bir seçim görecek miyiz?
İktidar kaybedeceği bir seçime razı olur mu?
OHAL ve KHK ile yönetilen bir sistemde seçimin güvenirliliği ve meşruluğu var mıdır?
YSK’nın güvenilir olduğuna inanıyor musunuz?
Seçim kazanmak için her türlü yasayı ve kazanmanın tüm olanaklarını yaratacak bir gücü elinde bulunduranların hamlelerine karşı bir yasal güvenceniz var mı?
Ve bence en önemli soru Neye hazırız?
Hazır olmayalım diye tüm örgütlülükler dağıtılıyor. Hazır olmayalım diye, hakikati dile getiren gazeteciler, seçtiğimiz ve “barış” diyen siyasetçiler cezaevinde. Hazır olmayalım diye tüm demokratik yasalar askıda, hazır olmayalım diye bilimsel onuruna sahip çıkan tüm akademisyenler işlerinden edildi ve baskı altında. Hazır olmayalım diye ülkenin tüm entelektüel birikimi lümpenlerce iğdiş ediliyor. Hazır olmayalım diye muhalif gazeteler, televizyonlar mühürlü.
Rüzgâr “ne yandan esersen es”sin, estiği yöne eğilen döküntülerin elinde estetik, müzik, sanat. İtiraz eden sanatçıların ensesinde ise tetik düşürüyorlar.
Sendikalar var ama işçiler sahipsiz, sol partiler var ama hep “isabet” buyurup, buyurduklarını yapamıyorlar. Yapanlar yerlerde sürükleniyor, omuz verenlerin sırtından ise inmiyor devlet. Devrim susarak özlenmez ama böyle bir ruh hali güçsüzlüğün ve yetersizliğin sonucu olarak doğuyor.
“Ne olacaksa bir an önce olsun” beklentisine çekilen duygular, kötünün iyisine razı edilmek için propagandaya oturtuluyor.
Evet, iktidar mücadelesinin dışına baskı, şiddet ve kısmen de öngörüsüzlüğümüzün bir sonucu olarak itildik ki bu hem ulusalcıların, hem de iktidarın istediği şeydi. İdeolojik alan hâkimiyetini kazanmak ve kitlelerinin bilincinin açık kapısı olan ilerici kesimleri, kendi çizgilerinin çevresine hapsederek yönlendirmek, bir strateji olarak uygulandı. Gazetecisinden yazarına, akademisyeninden siyasetçisine, sanatçısından entelektüeline kadar tüm alan boşaltılmadan, tırpanlanmadan bunu başarmak zor olacaktı. Devlet değirmeni bir kez daha çalıştı ve öğütme başladı böylece. Kırılan kollar, sürüklenen bedenler, onuru aşağılananlar, ekmeğinden yurdundan edilenler, karakollara, cezaevlerine doldurulanların ardı arkası hiç kesilmedi.
Geldiğimiz noktayı, ülkenin içinde bulunduğu durumu ve toplumsal muhalefetin zamana yayarak nasıl etkisiz bırakıldığını hepimiz biliyoruz.
‘Neye hazırız?’ sorusunun cevabı, sorunun kendisinden belki daha kısa.
Merkezi bir direniş ve muhalefet hattını barış, özgürlük, demokrasi ve artık olmazsa olmaz olan öz savunma ilkeleri çerçevesinde bir araya gelerek sağlayacak bir bütünlük, yaşanacaklar karşısında tek parça kalmamızı sağlayabilir. Buradan hareketle din, mezhep, milliyet vb temelli bir çatışma stratejisi ile iktidar kavgasına kitleleri sürüklemek isteyenlere karşı Erken Uyarı Modelleri geliştirmek mümkün olabilir. Boykot, sivil itaatsizlik gibi birçok meşru direnme biçimlerinin çok hızlı yankısını bulacağı AN’lar oluşabilir ve bu AN’lar sol siyasetin yeniden belirleyici bir faktör olma fırsatını da ayrıca yaratabilir.
Bunu yapabilecek bir birikimi var sol, ilerici siyasetin.
En azından bunun için ‘neye hazırız?’ sorusunu hepimiz kendimize tekrar sormalıyız.