Utandırmıyor bu halk

Utandırmıyor bu halk

İnsan bu sayfalarda, direnen bir halkın sesini, dilini, taleplerini dile getirmeye çalışırken zorlanıyor. Zorlanıyor çünkü direnen, zulmü yaşayan, ona karşı canını, yüreğini, bilincini ortaya koymuş bir halkın yaşadıkları üzerine söz, kelime, cümle koyarken, on defa düşünmeniz gerektiğinin sorumluluğunu taşıyorsunuz. Sorumsuzca söylenmiş sözlerin bir adabı olmaz çünkü. Söz Kürdün direnişine, taleplerine gelince, ar damarı çatlamış ne kadar çok kelime, cümle üretebildiklerini görüyoruz bir kez daha hepimiz. Meşru olmayanın çirkinliğini, düşkünlüğünü, ahlaksızlığını ve en çok da korkaklığını görüyoruz. Biliyoruz ki, meşru olmayanın korkaklığı hep zulme dönüşür. En korkunç zulümlerin yaratıcısıdır bu korkaklık. Devlet, tankını, topunu, askerini, çetesini, mafyasını, katilini, hırsızını, uğursuzunu ne varsa, kim varsa, Kürdün karşısına sürüyor. Kürdün statü ve özgürlük talebinin meşruluğu o kadar güçlü ve tarihsel olarak o kadar haklı ki, devlet bu haklılığı bastırmak ve kokuşmuş sistemini ayakta tutabilmek için, en vahşi yöntemlerini Kürt yoksul emekçilerinin üzerinde deniyor. Devlet, bir halka karşı, bütün imkanları ile savaş yürütüyor. Savaş yürüttükleri halk, tüm eşitsizliklere, tüm imkansızlıklara rağmen onları sokağında, mahallesinde durduruyor. Utandırmıyor bu halk insanı. Utandırmıyor ve başı öylesine dik duruyor ki, insan kendi durduğu yeri sorguluyor. O küçümseyen bakışlar, hakaretler, o aşağılayan dil, o yalan dolan, o pespayelik, ne varsa direnişin karşısında un ufak oluyor. Utandırmıyor bu halk. İnsan kendisine ait olan için aman dilemez çünkü. Aman dilemiyorlar. Ne istiyor devlet? Diz kırılsın, bir halk önünde çöksün ve yalvarsın istiyor. Pişmanlık istiyor devlet. Bütün vahşetin tek amacı bu. Bir bodruma sığınmış insanları, tüm yardım çağrılarına rağmen oradan çıkartmayıp ölümlerini seyrettirmesinin nedeni de, sokak ortasında vurduğu çocuğun, gencin, annenin bedenine yaklaştırmayarak çürümesini seyrettirmesinin nedeni de, istediği pişmanlıktır. Bu yaşansın, duyulsun, görülsün ve insanların çaresizlikle koşuşturması her yere yansısın diye bekliyor, bekletiyor… Ne kadar çok aciz cümleler kurarsanız, o kadar güçlü hissediyor kendini, ne kadar çok icazetli taleplerde bulunursanız, o kadar kutsuyor kendini. Ne kadar çok gözyaşı döker ve bunu gösterirseniz, o kadar yükseltiyor vahşetin dozunu. Bu yüzden her seslenişin, her talep edişin, her insani çağrının direnişle kurulmuş bir yanı olmak zorunda. Savaşın geldiği tam bu noktada, karşılıksız atılacak tek bir adım büyük bir kırılma yaratacaktır. Kırılma o kadar derin olur ki, tüm muhalif kesimleri içine alır ve derin bir suskunlukla, inançsızlık birbirini büyüterek herkesi öğütür. Ülkenin tüm muhalif güçlerinin, iddiası olan oluşumların ve derdi demokrasi olan tüm kesimlerin tam da üzerinde düşünmesi gereken yer burasıdır. Davutoğlu, “Milletin aklını devletin aklı ile buluşturacağız” diyerek tanımladığı faşizmin yolunun, Kürt direnişinin bastırılmasından geçtiğini biliyor. Bu mümkün mü? Hayır. Ne direnenler dünkü direnişçiler, ne karşısındaki halk dünkü halk ama bütün yükü Kürt direnişçilerinin üstüne yüklemek de bir o kadar adaletsiz ve vicdansızca bir tutum. Bu durum sadece vahşetin daha katmerli olarak uygulanmasını sağlıyor. Ülkenin batısı, karanlıkta gözüne tutulan fenerin yarattığı etkiden kurtulmayı başardığı ölçüde, “devletin aklını, milletin aklıyla” buluşturarak, faşizmini kurumlaştırmak isteyen iktidarın yolunu kesebilecektir. Biliyoruz ki, devletin arkasına dizdiği savaş bloku hiç de öyle güçlü ve sağlam değil. En önemlisi meşru bir zeminleri yok. Onları birleştiren şey savaşın kendisidir, parçalayacak olan da yine bu savaşın kendisi olacak. İçeride ve dışarıda ömrünü tüketmiş bir iktidarın, Kürde doğrulttuğu silahla var olmaya çalışması bile, içine düştükleri derin çıkmazı işaret ediyor. Gerçeklik duyguları yok. Dünyanın kendisine uyum sağlamak zorunda olduklarına o kadar çok inanıyorlar ki, yaşanacak bir alt üst oluşun sonuçlarını göremiyorlar bile. 
Bütün mesele, iktidarın ne tarafa devrileceği. Asıl hazır olunması gereken durum da budur.